Etiketler
Apollo, Artemis, Byzantion, Byzantium, Choular, Delfi, Delphi, Filip II, Göktürkler, Hadrian, Hecate, Hunlar, Kâhin, Kostantinopolis, Nova Roma, Philip II, Roma Orientum, Roma İmparatorluğu, Secunda Roma, Türkler, Yunan, İstanbul
* * *
ÖNSÖZ I: [ İstanbul’u kimin kurduğu konusuna hemen girerek, konuyu hızla geçiştirmek istemiyorum. Çünkü merkezdeki olaylar kadar, çevrede gelişen ve merkezi etkileyen gerçekler de önemlidir. Bir gerçek daha var ki biz Türkler buna hiç dikkat etmediğimiz için sık sık tuzaklara düşeriz. “Dünü bilmeyenler bugünü anlayamaz”. Bu nedenle Antik İstanbul’la ilgili bu kitapta geze dolaşa ilerleme yöntemini seçtim. Anlatmak istediğim gerçeklere, okurun sabrını zorlamadan ama mümkün olduğunca geniş bir açıdan ulaşmayı deneyeceğim. Çarpıtılmamış bir tarih okumak isteyenlerin yöntemimi anlayışla karşılayacağına inanıyorum. ]
ÖNSÖZ II: [ Kitabın bu bölümünü, gerçek tarih öğretmenlerinden biriyle sohbet ederken “Müfredat bize söyletmiyor, bari siz söyleyin!” sözlerinden etkilenerek yazmaya başlamıştım. 23 ila 25 Ekim 2001 tarihleri arasında da Sessizliğin Sesi adresinde yayınladım. Zamanla da “Yazarlar ve Ozanlar” ile “Sessizliğin Sesi”ne ait bazı site ve bloglarda… 2008’de “Sessiz Dünya Dergisi” ile “Tarihin Habercisi Dergisi”nde de yayınlamaya başlayınca, istemesem de bazı konuları eklemenin şart olduğunu gördüm. Özellikle o günün siyasal uygulamalarından doğanları… Bu nedenle az da olsa bazı eklemelerle karşılaşacaksınız. Örnek? Eğitim sistemi… Yıllardır, bile isteye yap boz tahtasına dönüştürüldü. Amaç, Cumhuriyet Dönemi ile birlikte kazandığımız okuma alışkanlığından uzaklaştırılarak, okur yazarı yok denecek kadar az olan Osmanlı halkı seviyesine düşürülmek. Bunu sağlamak için kâğıt girdileri de sürekli artırılıyor. Fiyatları nedeniyle kitap almanın zor olduğunu biliyorum. Allah’tan internet ve sanal kitap imkânları var. Şükretmek gerekir ki, dış baskılardan dolayı onları tümden yasaklayamadılar. Kitabımı okuyacaklar için de şunu söylemem gerek. Baştan sona okumayı başarırsanız ilginç, aykırı ama araştırınca gerçek olduğunu göreceğiniz bilgilerle karşılaşacaksınız. Allah okumak isteyen herkese okur sabrı versin. ]
* * *
BİR PROJEDEN SAÇILAN GERÇEKLER
İnsanlara yapılan soykırımlar olduğu gibi tarihe karşı yapılan kırımlar da vardır. Bu kırımcıların başında da daima Yunan, Arap, Ermeni ve Batılılar gelir. Bunların kurup beslediği taşeron terör örgütleriyle koleksiyoncuları da unutmamak gerek. Antik İstanbul’u anlatan bu kitaba, son dönemde toprak altından çıkıp dünyaya “Merhaba!” diyen öz gerçeklerin, tarih kırımcısı Yunan’ın bir hezeyanını daha alay edilir hâle getirmesini anlatarak başlayacağım. Sayfalar ilerledikçe çoğunluğun hiç duymadığı farklı bir İstanbul’dan da söz edeceğim. Hadi, bismillah!
İMKÂNSIZLIK KURAMI
İstanbul “Marmaray Projesi” kapsamında delik deşik edilirken, uzun yıllardır iddia ettiğim bir sav da kesinleşip hüküm oldu. Tarihi kafalarına göre yazan bazı bilim tahsil etmemiş bilimcilere (!) göre İstanbul; bazen Helen, bazen Grek, bazen de İonian denen kötü komşu Yunan tarafından kurulmuş. Saçmalık!
İmkânsız olduğunu her zaman yazdım. Hangi kavme mensup oldukları konusunda bile karar verilemeyen ve veremeyen bu insanlara, antik dünyanın sahipliğini yakıştırmak komiklikten öte gitmez.
Bu işin altından, yaşayan ya da tarih sahnesinden çekilmiş herhangi bir kavim, hatta Türkler dahi çıkabilir. Durun, hemen itiraz etmeyin, Türkler Orta Asya’daydı demeyin. Sonra pişman olabilirsiniz. “Kavimler Göçü”ne dek yalnız Orta Asya’da olduğumuzu nereden çıkardınız ki? “Kavimler Göçü”nün bir kez olduğunu nereden biliyorsunuz? Tanığı oldunuz da ondan mı bu denli eminsiniz? Yoksa Ermeni asıllı tarihçimiz Emin Oktay ve onun izinden gelenlerin yazdıklarından mı esinlendiniz?
İstanbul’u illa Yunan’a mı kurdurmak zorundayız? Luviler, Hititler, bazılarının marifetmiş gibi alayla karşıladığı Naakal tabletlerinde anlatılan efsanevi Mu’nun koloni kurma görevlileri, İskitler de denen Sakalar, Afrika’dan gelenler, Kimmerler, Herodot’un Odrus dediği Oğuzlar, Traklar, Etrüskler, Fenikeliler dediğimiz Kenanlı ya da Kenanlar ve daha nice kavim ne güne durmuş? İstanbul’u kurma şansı en az Yunan kadar Türkler ve diğer kavimler için de mevcut. Bu kitabı okuyan herkesle İstanbul’u Yunan’ın kurmadığı konusunda hemfikir olacağız.
AH BİZİM ARKEOLOGLAR AH!
Bu konuda en çok üzüldüğüm noktaysa eser sahibi veya öğretmen konumundaki Türk arkeologlarından bir kısmının, diğer ülkelerdeki meslektaşlarıyla Yunan hayranlığı konusunda yarışmasıdır. Bugün
bile ülkemize karşı kullanılan şu savlarına bakın:
– Ege, Yunan denizidir.
– Roma’nın 1453’e dek yaşayan doğu topraklarına Bizans denir.
– Genelde açıksa seslendirilmese de “Bizans Yunan’ın ta kendisi”dir.
“Hadi be, çekip gidin şu tarihin üstünden!” diyeceğim ama gitseler de yaptıkları tahribat silinmiyor. Öz be öz “Anadolu Devletleri”nden bir kısmını da mutlaka bir tarafından tutup Yunan kökenli yaptılar. Külliyen yalan… Gerçekler, “Buradayım!” diyor. Onlar demesine diyorlar da bu sesi duyması gereken bağımsız arkeolog ve tarihçilerimiz nerede? Gerçek tarihi güçlü bir sesle haykıracak, saptırılmış tarihi yazan ders kitaplarını yırtıp atacak yürekli öğretmenlerimiz nerede?
Bazıları ya kendilerine güvensizlikten ya da oldukça ağır olacak ama bilgisizlikten seslerini çıkaramıyor. Bu tipler çoğunlukta oldukları için ses etmeye kalkanları da bilim adına itip kakalıyorlar. Biraz silkinebilip kendimize gelsek, çok şey değişecek. Bilim dünyamızı medusa gibi saran “Zübüktrük Aydıncıvık”lardan kurtulmak zorundayız.
DEVLET OLAN BİZANS’I TARİHÇİLER ÜRETTİ
Bizleri öylesine alıştırdılar ki, hayali Bizans devletini de Bizantion kentini de ortak bir adla Bizans olarak anıyoruz. Aslında onları, kent Bizans ve hayali devlet Bizans diye ayırmamız gerekiyor.
Basılı ders kitaplarında yanlış bir şey gördüğünde işin doğrusunu anlatmaktan korkmayan öğretmenlerle yetiştik biz. Gerek onların anlattıkları gerekse anlatılanlara sonradan eklediklerim beni komik bir yere çıkardı. Devlet icadına… Atıf yapmaya kalktıkları devlet yıkılıp gittikten birkaç yüzyıl sonra uydurulan bir devlete…
Bizans, sonradan yaratılan bir devlet. İlk tohumu on altıncı yüzyılın ikinci yarısında atılmış. Tarihçiliğe soyunmuş Hieronymus Wolf adlı bir Alman, 1557 yılında; Bizans Tarihinin Tamamı ya da Bizans Tarihi Külliyatı olarak çevirebileceğimiz (Corpus Historiae Byzantinae) adlı eserinde, Bizans adıyla devlet icat etmiş. Roma’nın 1453 yılına dek yaşayan kısmının adı Bizans’mış da bunu Wolf’tan başka hiç kimse o ana dek duymamış. Garibim uykuda mı erdi, ne!..
Gerçek Roma İmparatorluğu, uyduruk bir tarih kitabıyla Bizanslaşınca, Almanlar da Roma’nın varisi oluvermişler. İlk hareket noktası ya da asıl amaç, Almanların vahşi ve barbar Cermen köklerinden kurtulup Roma’ya yamanması, böylece “asilcilik” oynayabilmeleriymiş. Sonradan en çok Yunan yararlanmış olsa da icat edilen hayali devletle irtibatlandırılan vahşi Cermenler, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu‘na bağlanarak, asiller (!) sınıfına dâhil olmuşlar.
Onlar nereye bağlanırsa bağlansınlar, Roma’nın 1453 yılında yaşama veda eden son parçasının Bizans olmasıyla önceleri kimse ilgilenmemiş. Bağışlayın ama iplememişler bile… Aradan yüz altmış dört yıl daha geçmiş. Böylece, İstanbul’un fethinin üstünden geçen yıl sayısı da iki yüz altmış sekize çıkmış. “Günümüz internet bilimcilerinin öncüleri olan ve gerçek olup olmadığına bakmadan, işine gelen her belgeyi gerçekmiş gibi kullanan tarihçi bozuntuları” da bu konuya el atmaya başlamışlar. Biri, “Bak, belgesi de var!” diyerek höykürmüş; derken ona inanan biri çıkmış, ona da bir başkası inanmış, o başkasına da başkaları…
Sistem bugün nasıl çalışıyorsa o gün de aynı şekilde işliyormuş. Biz Türkleri çok seven (!) siyaset felsefecisi “Charles-Louis de Secondat Baron de La Brède et de Montesquieu” yani şu bildik Montesquieu, bu konuda başrole soyunmuş. Yukarıda söz ettiğim ilk “biri” işte bu kişi… Fransız tarihçilerini de peşine takmış, hep birlikte tarihi tarih olmaktan çıkarıp masallar manzumesi hâline getirmişler.
Bizim “Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Casusluk davaları”na ne kadar benziyor değil mi? Söyle yalanı, dök kâğıda, “İşte belgesi” diye bağırsınlar.
ROMA-CERMEN ORTAKLIĞI
Dönemin sermayesi de işin ucundan tutunca, Roma-Cermen İmparatorluğu’na varis olma masalı inandırıcı olmaya başlamış. Oysa, son Roma İmparatoru Konstantin bile Bizans diye bir devlet duymamış. Ondan önceki imparatorlar da… Üstelik hepsi, “Roma İmparatorları” ile aynı unvanı kullanmaya devam ettikleri gibi kütüphanelerde ve tarihî belgelerin saklandığı arşivlerde Bizans’tan söz eden hiçbir belgeye şu dakikaya dek rastlanmamış.
Roma’nın, Bizans’a dönüşme olayı Yunan’ın da devreye girmesiyle on dokuzuncu yüzyılda biraz daha hararetlenmiş. Yani, Türkler Roma’yı yıktıktan tam 4 x 100 tane yıl geçtikten sonra… “Bas mayayı, bekle! Elbet gelir zamanı…”. Tıpkı “Ermeni Soykırımı” masalında olduğu gibi…
Yeter ki maya tutsun, gerisi önemsiz!
Yıkılan bir devletin ölümünden yüzlerce yıl sonra adını değiştirmenin amaçlarından biri de “Roma İmparatorluğu’nu Türkler yıktı!” dedirtmemek. Lafı bile ağıza dolu dolu geliyor. Roma İmparatorluğu!.. Bir de Roma’nın muhteşem geçmişini düşünürsek… En iyisi Bizans’ı yıktırmak Türklere… Nasılsa küçüle küçüle surlar içinde yaşamaya çalışan bir “kent devlet” durumuna düşmüşler. Göze de basit görünür.
Bizim bu konudaki saflık derecemizi dile getirmek istemem ama şunu mutlaka yazacağım: Bizim gibi garibanlar yalamadan yutmuş bu yalanları… Dünya inanırken aykırı düşecek hâlimiz yok ya! Hatta yabancılarla ilgili her işte yaptığımız gibi daha da ileri gidip savunucusu olmuş, bilim yuvası üniversitelerimizde Bizans adına kürsüler açmış, yetmemiş İstanbul’u Yunan’ın kurduğunu okutmuşuz. Acı ama gerçek…
En çok can sıkansa şu: “Çevrelerine gerçek aydın oldukları izlenimini saçan insanlar, Türkiye’nin geleceğini yetiştiren öğretmenler ve Türkiye’yi yönetenler” hâlâ bu gerçekleri göremeyecek kadar kör, bilinçsiz ya da bilimsel korkunun esiri olmuşlar.
Durumu düzeltmek için hiçbir şey yapmıyorlar.
TARİH SAYGI İSTER
Roma İmparatorluğu yıkıldıktan yüzlerce yıl sonra adını bile yok etmeye kalkmak, tarihe saygısızlıktan başka ne ki! Aynı Batılılar; din adına çıktıkları Haçlı Seferleri sırasında da İstanbul’u mahvetmiş, değerli buldukları her şeyi çalmış, kendilerini sevinçle karşılayan dindaşlarını vahşice katletmiş, birçok yeri yakıp yıkmışlardı. Düzenli işleyen şeyleri bozmak genlerinde var. Aynen bugün ABD’nin önderliğindeki Batılıların yaptığı gibi…
RUM ROMALIDIR RUM’LA YUNAN’I EŞ TUTMAYIN
“Batılıların isim babalığını yaptığı Bizans asla var olmadı.” demiştim. Biraz da Rum’dan söz edeyim. Rum ne demektir bilirsiniz mutlaka. Rum, Romalıdır. Yunan’la ilgisi yoktur. Roma İmparatorluğu’nun halkına denir. İçinde Türkler dâhil, onlarca farklı kökenden insan vardır. Her şeyi, tarihî gerçekleri bile çarpıtmaya bayılan Yunanlıların ataları da bu onlarca dediğim gruplar arasından yalnızca bir tanesidir. İşte bu değişik kökenden gelmiş insanların tamamı “Roma Halkı”nı meydana getirir.
Rum Romalıdır, Romalı Rum ama asla ve asla ne bugünün gerçek Rumları Yunan’dır ne de Romalılar Yunanlı… Bugün Rum’la Yunan’ın eş tutulduğuna bakmayın. Hem Türk ve Yunan halkı hem Kıbrıslılar hem de bunlardan esinlenen dünya devletleri, Yunan siyasilerinin körüklediği bu yalanı, güncel söylemlerle yaşatıyorlar. Yazık!
GELİN BİRLİK OLALIM GERÇEĞİ KONUŞALIM
Anlaşılmasına yetecek kadar tekrarladığımı umarım. Peygamberimiz aleyhisselama Avrupalılar ve Papa tarafından hakaret edildiğinde türban denen beze gösterdikleri tepkinin milyarda biri kadar tepki vermedikleri gibi, tersine; Papa’yı sevgi selleriyle karşılayan ve din denince de dindar kesilip Müslümanlığı kimseye bırakmayan ünlü “Cuma Göstericileri”yle dini çıkarlarına alet edenler başta olmak üzere, herkese sesleniyorum. Eğer Kur’an-ı Kerim’i aklınızla okumuş olsaydınız, Romalıların “Rum” olduğunu bilirdiniz. Aynen “Rum” suresinin ilk beş ayetinde yazdığı gibi:
“Bismillâhirrahmânirrahîm… Elif, Lâm, Mîm. Yenilgiye uğratıldı Rum. Yeryüzünün en alçak bir yerinde. Ama onlar yenilgilerinin ardından galip duruma geçecekler.
Birkaç yıl içinde… Hüküm, önünde de sonunda da Allah’ındır. Onların galibiyet gününde müminler ferahlayacaklar. Allah’ın yardımıyla… Dilediğine yardım eder O! Azîz’dir, Rahîm’dir O!”
E, ne diyorsunuz?
Tarihi çarpıtmak büyük olaydır. Biz Türkler bu konularda neden eylem koymayız, anlamam mümkün değil… Hiç kimseyi ilgilendirmez mi bu? Hadi, biraz da gerçek tarihle ilgili bir şeyler yapalım. Biraz da ülkemiz yararına doğruları sergileyelim.
Ben varım…
Ya sizler?
*
İlk Yayın Tarihi: 23.10.2001
Eklerle Genişletilmiş Yayının Tarihi: 2.10.2008
SÖZLÜKÇE
*Zübüktrük:“İnsanlar Âlemi”ndeki üçkâğıtçı, tokatçı, dolandırıcılar familyasının kırk çeşit yalanı ayak üstünde hiç şaşırmadan, safları uyandırmadan büyük usta-lıkla söyleyenler takımının, her tür sahtekârlığı kahraman edasıyla becerenler sı-nıfından, özellikle 20. ve 21. yüzyıla özgü; kalçadan beyinli yapışkan parazit tipi.
Aydıncıvık: Dalkavuklukta zübüktrüklerle rahatça yarışabilen, saftiriklere kendi-sini hikmet sahibi ve aydın diye yutturan, egemenlerin var dediğine var, yok de-diğine yok diyen, dinini bile şahsi çıkarına alet eden, her gördüğü kürsüye çıkıp her gördüğü mikrofona saatlerce konuşan; kişiliği boş, kafası boş, açgözlü, yalan söyleyip iftira atmayı meslek edinmiş; doğaya, insanlığa ve akla zararlı haşere.
“Sayfayı çevirmek ya da dilediğiniz herhangi bir sayfaya geçiş yapmak için, bu yazının sol yanında yer alan; [ TÜM KİTAPLAR ] bölümündeki ilgili sayfayı tıklamanız yeterlidir.”