Etiketler
Apollo, Artemis, Byzantion, Byzantium, Choular, Delfi, Delphi, Filip II, Göktürkler, Hadrian, Hecate, Hunlar, Kâhin, Kostantinopolis, Nova Roma, Philip II, Roma Orientum, Roma İmparatorluğu, Secunda Roma, Türkler, Yunan, İstanbul
“İstanbul’la ilgili başka kuruluş efsaneleri de var” demiştim.
Örneğin aşağıdaki dörtlü…
Dördünün de kaynağı bilinmiyor.
SÜLEYMAN PEYGAMBER EFSANESİ
Hazreti Süleyman, Atlas Okyanusu’ndaki (?) Ferenduz (?) adasında yaşayan ve Kenan kenti Sidon’un adını taşıyan Kral Büyük Sidon’la egemenlik konusunda anlaşamaz. Aralarında savaş çıkar, kral yenilerek ölür. Hz. Süleyman da onun dünyalar güzeli kızı Alina (ya da Aline) ile evlenir.
Alina babasının ölümü yüzünden mutsuzdur. Hz. Süleyman sebebini sorunca: “Bana bir saray yaptır ki orada, ömür boyu babam için ibadet edeyim.” der. Saray ve diğer yaşam alanları Sarayburnu’nda inşa edilir. Hz. Süleyman bu yerin kıyamete kadar korunması için Allah’a dua eder.
Efsanenin bundan sonrasında, Alina’nın ibadetinin babasına tapınmak amacı taşıdığını görünce, Hz. Süleyman eşini öldürerek Kudüs’e gider ki bu benim için inanılmaz, mantık dışı, yakıştırma bir sondur. Çünkü Hz. Süleyman peygamberdir ve bu davranış peygamberlik ruhuna aykırıdır.
İŞE CİNLER DE KARIŞMIŞ
Malum, Süleyman Aleyhisselam; insan, cin, bitki, böcek, hayvan velhasılı kelam her türden varlığın hükümdarıydı. Yazmamış olsam da biraz din bilgisi olanlar, Alina’nın saray inşaatında cinlerin çalıştığını anlamıştır. O öykünün figüranı olan cinler, şimdikinde başrolde…
AŞK ÇOK ŞEYE KADİRDİR
Cinlerden biri, güzeller güzeli bir cin kıza âşık olur. Oğlanın babasıyla kızın babası bir araya gelip görüşürler. Kız babası şart koşar: “Dünyanın en güzel yerinde, çok güzel bir saray yaptır, karşıma öyle gel.”
Oğlan cinin babası başlar tırım tırım öyle bir yer aramaya. Tüm dünyayı dolaştıktan sonra Boğaziçi’nin dünyanın en güzel yeri olduğuna karar verip sarayı burada yaptırır. Yeni kent de sarayın çevresine kurulur.
Kızın babası, seçilen yere de yapılan saraya da hayran olunca iş düğün tarihinin tespitine kalır. Düğün şölenleri kaç gün kaç gece sürmüş diye sormayın, bilmiyorum!
MADYANOĞLU YANKO’NUN EFSANESİ
Bir kısraktan doğduğu için, kendisine Madyanoğlu denen eğlence delisi “Hükümdar Yanko”, her gece tertiplediği şölenlerden birinin sonunda, doğal olarak yatıp uyur. Uyandığında, uykuya dalmış olduğu sarayından alınıp bir başka mekâna gönderildiğini görür. Burası Sarayburnu’dur ve Yanko’nun halkı da onunla birliktedir. Hayretler içinde gezdiği bu yeri çok beğenir. Tebası da aynı fikirdedir. Hiç kimse bu güzelliği bırakıp geri dönmek istemez ve bunu Yanko’ya da söylerler. O da Sarayburnu’na bir şehir kurdurur. Bu efsanenin bizi ilgilendiren kısmı hepi topu bu kadar.
MARMARA’NIN OLUŞUM EFSANESİ
Büyük İskender bir yandan savaşırken bir yandan da abıhayatı, yani sonsuz hayat veren suyu aramaktadır. Bir dere görür. İçine şöyle bir göz atar, o güne dek görmediği güzellikte balıklarla doludur. Canı çeker. “Çok balık var. Elimi uzatsam her seferinde en az bir tane yakalarım.” diye düşünür. Hemen işe koyulur. Her türlü avcılık metodunu dener ama nafile… Dere küçük ya, son çare suyun akışını engelleyerek balıkları susuz kalan dere yatağında yakalamak. O da olmaz. Çıldırır seninki…
Tam o sırada, arkasında yaşlı mı yaşlı biri belirir ve “İskender, boşuna uğraşma! Balık tutmak ülke fethetmeye benzemez. Her işin erbabı başka başkadır. O balıkları tutamazsın. Canının balık çektiğini biliyorum. Al!” der ve elini suya sokup içinden üç balık alarak İskender’e verir.
İskender’in lakabı büyük ama ne de olsa insan. Üstelik hem aç hem de gözü balık yeme isteğiyle dönmüş. O üç balığı hemen o anda yemek ister. Toprağın üstüne, ağaç dalları ve kuru yapraklarla ateşlenebilecek bir ocak hazırlatır. Balıklar da üstüne yerleştirilir. Bir süre sonra bakar ki, aradan onca zaman geçmesine rağmen balıklar kanlı canlı, dipdiri… Bu kez alttaki ateş büyütülür. Odun üstüne odun atılır ama nafile, balıklar hâlâ canlı…
İskender; yerinden fırlar, balıkları bir tekmede dereye fırlatarak yaşlı adama döner. Aynı anda kılıcını da adamın boynuna doğru savurur.
Bir yandan da söylenmektedir:
– Sen, askerlerimin önünde benimle alay edersin ha! Bu balıklar büyülü!
Yaşlı adamın kopan başı aşağı doğru yuvarlanacağına, tam tersine, yukarı doğru tırmanır. Bir tepenin üzerinde durur ve kesilen kısımdan öyle bir kan fışkırmaya başlar ki, siz deyin ırmak ben diyeyim umman! Kanlar dereye ulaştıkça suya dönüşür. Ödü kopan İskender atına atlayıp kaçmaya başlar. Kaçış ki ne kaçış, ta Yalova’ya kadar. Kafası ancak durduğunda basar: “Ah! O dere abıhayatın ta kendisiydi.”.
Duramayacağım. Artık bu adama bir laf çakmanın zamanı geldi de geçti bile… Kendisi Rumelili olduğuna göre ona bir Rumeli çakışı yapayım: “A be İskender Efendicik, onu en baştan düşünecektin ba! Adi, sana geçmiş ola...”
İskender’in atıyla kat ettiği tüm o mesafe, kesik baştan çıkan ve aktıkça deniz suyuna dönüşen o kanlarla dolar. Bizim bugün Marmara dediğimiz deniz böyle oluşmuştur. O üç balığın olduğu abıhayatsa Marmara’nın dibindedir ve bugün bile tatlı tatlı akar.
Efsanenin yanına bir çıkıntı yapmalıyım: Gerçekten de Marmara’nın dibinde akarsu yatakları ve suyunun tuzluluğunu etkileyen tatlı su kaynakları bulunmaktadır.
*
*
Günay Tulun
Yazarlar ve Ozanlar Grubu
İlk Yayın Tarihi: 23.10.2001
Ekli Yayın Tarihi: 2.10.2008
“Sayfayı çevirmek ya da dilediğiniz herhangi bir sayfaya geçiş yapmak için, bu yazının sağ yanında yer alan; [ TÜM KİTAPLAR ] bölümündeki ilgili sayfayı tıklamanız yeterlidir.”